Korkona

Meşhur Maslow piramidinde insanın fizyolojik ihtiyaçlarından biridir güvende olma ihtiyacı.
 
Dünya şimdi bunun sınavını veriyor.
 
Modern sabahlarda insanoğlu zengin ve çeşitli yiyeceklere, vanilyalı frappé kahvelere uyanırken bir aslanın saldırısına uğramayacağının bilincinde güvende hareket ediyordu. Belki hırslı bir iş arkadaşı ya da kıskanç bir tanıdıktan gelebilirdi düşmanlık. Her zaman güvenle hareket ederken ait olma ve sevgi ihtiyacını karşılıyordu sevdiklerinden.  Saygı, itibar da kazanma hevesi ile hedefleri sıralıyordu bir bir. Hayatına anlam katma açlığı içinde savruluyordu piramidin tepesine doğru tırmanan insanoğlu.
 
İnsan aynı zamanda manipüle edilen bir varlık olduğundan yeni düzenin ihtiyacı olan tüketme çılgınlığında da başrolü oynuyordu. Tükettikçe tükendiğinin farkında olmadan. 
 
Mutluluğu başarıda, ünde, kitaplarda, kahvelerde, alışverişte temizlikte kısacası abartarak tükettiği her şeyde arayan insanoğlu uyku halinde robotlaşmıştı sanki.
Hissetmiyordu…
 
Nihayetinde şimdi geldiği noktada güvenlik ihtiyacı tam olmadığından panik halinde korku ve kaygı ile sınav veriyor.
 
En baş ihtiyaçları yönlendiriyor şimdi insanı. Marketleri boşaltıyor, evden çıkmıyor…”
 
Yukarıda tırnak içine aldığım bu  yazıyı pandemi sürecinin ilk haftalarında benim ve tabi herkesin “evde kal” mesajlarına boğulduğu, süreci belirsizlik, korku ve bunun getirdiği endişe hali ile birlikte izlediği zamanlarda yazmıştım. Düşüncelerimden parmaklarımın dokunduğu klavye tuşlarına oradan da bir word sayfasına aktarılmış aylarca durmuştu.
 
Ben de durmuştum...
 
Karantina sürecinde kendime sorduğum tek soru şuydu:
 
Şu an ne yapmak istiyorum.
 
Cevap: “Hiçbir şey.”
 
Koşuşturma durmuş, hayatın anlamı evrilmişti. Durmanın getirdiği o dinginlikte kaldım. Ekranları kapattım, aynı konuşma vurgusu ile yapılan, artık kanıksanmaya yol açan duyuruları dinlemedim. Dünya yıkılıyor, çöküyor başlıklı tt lere hiç prim vermedim. Görüntüleri sürekli vererek korku salmaya çalışan medya haberlerini zaten uzun zaman önce izlemeyi bırakmıştım. Tartışma programlarını da…
İnsanlar online o eğitimden bu eğitime koşarken webinara katılmamış nadir kişilerden olarak kaldım. Tüm bunları yapar ya da yapmazken ikinci bir soru daha vardı aklımda:
 
Bu süreci böyle geçirirken sonradan pişman olacak mıydım?
 
Cevabım “Hayır” oluyordu her defasında. İhtiyacım olana karar vermiştim. Okumak, izlemek, çocuklarımla her zaman vakit bulamadığım paylaşımları yapmak. Eylül ayı geldiğinde o durma halini arayacağımı biliyordum. Gerçekten de öyle oldu. Şimdi ne koşturma içinde olmaktan dolayı bıkkınım (çünkü dingin kaldığım anlarda kendimi buna hazırladım) ne de altı ay boyunca kitap, video, yazı içerik hazırlamadığım için pişmanım ( çünkü şu an koşturma içinde olacağımı biliyordum)
 
Gelelim pandemi normalleşmesine…
 
Sosyal yapının değişeceği öngörülüyordu. Hatta sosyal psikoloji için farklı araştırma alanları da çıkacağını tahmin ediyordum. Öyle de oldu. Normalleşme sürecinde maske ile dolaşmaya alışmaya direnenler ile vatandaş olarak görevini yerine getirenler arasında bir uçurum olacağı belliydi. Şimdi sosyal alanlarda ortaya çıkan tartışmaların temel kaynağı olarak özetlenebilir. Vurdumduymaz olanlarla aşırı korku içinde olanların aynı toplum içinde harmanlanamaması gibi görüyorum bu durumu. Birbirimizi kabul etmediğimiz sürece de devam edecek gibi görünüyor. 
 
İnsanların alışıveriş alışkanlıkları değişti. Karantina döneminde ne kadar az şeye ihtiyaç duyulduğu anlaşıldı. Yeni normalleşme sürecinde  ise satın alma alışkanlıkları değişti. Süreç normalleştikçe insanlar yeniden ne kadar çok şeye ihtiyaç duyduklarını hatırladılar! Daha doğrusu satış taktikleri ile o sitelerde sipariş ver ve siparişi tamamla butonuna hapsoldular. Her şey bir tamamlanma ihtiyacı. Bu konuya başka zaman değiniriz.
 
Eğitim anlayışı değişti. Uzaktan, senkron eğitimler yetişkinler arasında bir yarışa döndü.  Eğitim vermek ve bir eğitime katılıyor olmak reklam halini aldı. Bu da başka bir şeyin tamamlanma ihtiyacı.
 
Eğitimde çocuklar için ise neler mi oldu?
 
Avantajlı ve dezavantajlı  durumda olan çocukların arasında zaten bilinmekte olan eğitimde fırsat eşitsizliği daha da arttı. Kimi evine özel öğretmen getirirken, özel okullar ise uzaktan eğitimde en proaktif olma yarışına girdi. Dezavantajlı ailelerin çocukları ise aynı kaldı hatta geriledi. Bu süreçte değişen ebeveyn-çocuk ilişkileri ev ortamı, uzaktan eğitimin aileye kattıkları ve çocuktan aldıklarından ise bir sonraki yazımda bahsetmek isterim. Zira bu konu oldukça karmaşık. Bir anne, eğitim uzmanı ve psikolojik danışman olarak bir sonraki yazımda evdeki değişimden bahsetmek üzere sevgiyle….
 
Dilek Söylemez
Psikolojik Danışman
 
 

Hakkında dileksoylemez

Yazar, 2002 yılında İstanbul Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olmuştur. Evli ve 2 çocuk annesidir. Hakkında detaylı bilgiye http://www.dileksoylemez.com/hakkimda adresinden ulaşabilirsiniz.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

%d blogcu bunu beğendi: