Yas Sürecine Varoluşçu Yaklaşım


Tahir Özakkaş
hocamızın Bütüncül Psikoterapi kitabını okurken,  varoluşçu psikoterapi ile ilgili açıklamasında ki  bir cümle beni oldukça etkilemişti.  Diyordu ki “Geleceğim ile ilgili bildiğim tek şey ölüm gerçeği iken niçin bir ömür boyu bunu yadsıyorum, inkar ediyorum.” İnsanoğlu varoluşundaki tek ve mutlak gerçeği yani ölümü unutur.  Aslında bu hayatta tüm olasılıklardan bağımsız tek bir gerçek var ki hepimiz bir gün öleceğiz.  Böyle direkt söyleyince tuhaf kaçtı farkındayım ancak gerçek bu.  Bu ve buna benzer pek çok temel soruları ya inkar edeceğiz bir yanılsama içinde kaybolacağız ya da varoluşumuzun keyfini yaşayacağız. İşte bu noktada varoluşçu terapistlerin insanların sıkıntılarını  varoluşsal sorulara atfederek anksiyete oluşturmadan çözümlemeye çalıştıklarını anlatıyordu  kitaptaki  bölüm.

 İnsanlar bu gerçeği unutmasaydı yaşam zor olurdu. Büyük kayıplar yaşamış insanlar bu gerçekle yüzleştikleri içindir ki farklı bakarlar hayata.  Bu yazıda klasik yas sürecinden bahsetmeyeceğim size.  Elbette  şok, inkar, isyan ve kabullenme oluyor, herkes de süresi ve dozu farklı oluyor.  Bunu Google da arattığınızda  pek çok makale de bulabilirsiniz. Ben size bu kayıpları  yaşayan kişilerde hayata bakış nasıl oluyor ondan bahsedeceğim. Bir makalede okuduğuma göre her dört kişiden biri büyük kayıp yaşamış.  Böyle bir durumu deneyimleyen kişiler, öncelikle hayatın anlamını derinden sorgulamaya başlıyor ve bu dünyadaki her şey değerini yitiriyor, anlamsızlaşıyor.  Eşyalar, dünyevi uğraşlar, hatta ilişkiler bile manasız bir hal alıyor.  Bunu maalesef  bizzat yaşamış biri olarak ve diğer  yaşayan kişilerden aldığım izlenim bu yönde oldu hep. Büyük kayıp yaşamayan kişilerin diğerlerini anlaması da mümkün olmuyor.  Pek çok danışanımın kurduğu cümle şu oldu ‘daha önce başkalarının başına geldiğinde tam anlayamamıştım.’ Pek çok düşünce, duygu karmaşası yaşıyor insan bu süreçte. Birlikte yaşanılacak zamanların, biriktirilecek güzel anıların eksik kaldığı gerçeği ile burkuluyor  insanın içi ya da hayatta iken yaşanamamış, ertelenmiş olanların pişmanlığıyla kahroluyor. Elde kalan güzel anılarla avunuyor sadece.

Ardından tutulan yasta giden kişinin yarım bıraktıkları, hayalleri, beklentileri, umutları hakkında düşünürken dünya işlerinin boşluğu ve anlamsızlığı insanı etkiliyor. Bu boşluk duygusu derinden hissediliyorsa günlük uğraşıların da anlamsızlığı sarıyor insanı. Çevredeki insanların benlik düzeyindeki üzüntüleri, kederleri, sıkıntıları derin katmanlardaki boşluk hissini benliğinde hissetmiş kişi için anlamsız gelmeye başlıyor. Bu boşluk hissi ile boğuşmanın derecesi ve süresi kişiden kişiye değişmekle birlikte günlük hayata ne kadar çabuk adapte olursan derinlere inmek de zorlaşıyor. Zaten o derinlerde kişiye fayda sağlayacak bir kırıntı yok aksine dağılma var. Bu sebeple yaşamın getirdikleri ve günlük sorunlarda benlik düzeyinde  hissedilen sıkıntılar, anlamsızlık duygusundan kaynaklı bunaltının sürekli benlik düzeyine çıkmasını engelliyor. Diğer türlüsü psikoterapi gerektiren durumlara giriyor.

Kişi bundan sonra kaybına karşı hissettikleri ile boğuşurken bir süre sonra  hayatın bir süreç olduğunu, yaşamın getirdiklerini ve  ölüm gerçeğini de kabul ederek var oluşunu anlamlandırma yoluna giriyor.

 

 

 

 

 

 

 

Hakkında dileksoylemez

Yazar, 2002 yılında İstanbul Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olmuştur. Evli ve 2 çocuk annesidir. Hakkında detaylı bilgiye http://www.dileksoylemez.com/hakkimda adresinden ulaşabilirsiniz.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

%d blogcu bunu beğendi: